Yazar: Robert Jensen
Çeviri: Yağmur Ateş
Düzenleme: Ulaş Selvi
”Cancel” Kültürü hakkında süregelen tartışma, Amerika Birleşik Devletleri’nde olan politik kutuplaşma bağlamında bizlere bir pencere açıyor. Karşıt taraflar tam olarak ne olduğu, kimin kime yaptığı, hatta var olup olmadığı hakkında bile anlaşamıyor.
Kısa bir özetle başlayalım: Sağ, insanları yakışıksız ya da nefret dolu yorumlardan dolayı sorumlu tutma girişimlerini reddedip, “cancel” kültürü gibi etrafa saldırma eylemlerini kınarken, sol ise “cancel” kültürünün gerçek olmadığını, yalnızca sağ tarafın yarattığı, kendileri liberal ve solcuları ”cancel” ettiği zamanlar dışında, bir tür korku-tellallığından ibaret olduğunu iddia ediyor.
Yaptığımız bu karikatürleştirilmiş ayrımda doğruluk payı olsa da bu basitleştirme bazı şeyleri açığa çıkardığı kadar aynı zamanda örtbas da ediyor. Bu tür alaycı yaklaşımlar bazen eğlenceli olabilir; yine de bu tartışmalardan bu kadar zevk almıyor olmamız gerek. Olabilecek en verimli sohbeti gerçekleştirebilmek adına, sıkıcı olsa bile, birbirimizi anlama şansımızı artıracak ve kendimizi haklı çıkarma eğilimimizi minimize edecek tanımlarla başlamalıyız.
Birini politik bir algı ya da ahlaki bir suç üzerinden disipline etme süreci için kullanılan çeşitli tanımlar vardır: sakınmak (biri ile ilişki kurmayı reddetmek ve diğer insanları da aynısını yapmak için teşvik etmek), engellemek (birini pozisyonundan uzaklaştırmak) ya da platformdan uzaklaştırmak (birinin toplumsal bir alanda konuşma yetisini kısıtlamak). Kimin “cancel” edileceği ve sürecin nasıl sonuçlanacağı kişinin kamusal görünürlüğüne, söz konusu olan probleme ve kitleyi disipline eden kişilerin gücüne bağlıdır.
Bu hususta bağlam ve detaylar oldukça önemlidir. Bazı zamanlar “cancel” edildiklerinden yakınanlar aslında aynı fikirde olmadıkları kişiler tarafından son derece uygun şekillerde eleştirilmiştir. Ancak bazen de “cancel” edildiklerini söyleyen kişiler, sırf bir grupta sempati duyulmayan bir siyasi pozisyona sahip oldukları için haksız muamele görmektedir. Bazı tanımların açıklığa kavuşturulmasının sırası gelecektir.
Bir misyonu ve ortak değerleri olan siyasi veya sosyal bir grup içinde, hiç kimse grubun belirli ideolojik temelleri dayatması gerektiğinden şüphe etmez. Eğlenceli bir örnekle başlayalım. Birkaç arkadaş satranç kulübü kurar. Satrançtan nefret eden bir kişi (belki de fanatik bir ebeveyn bu zavallı çocuğa sürekli oynaması için nutuk çekmiş, bu da patolojik bir satranç karşıtı tutuma yol açmıştır) başkalarının oyundan aldığı zevki bozmak için kulübe katılır. Hiç kimse, satrançtan nefret eden birini kulüpten atmanın, bu kişi olağanüstü bir satranç oyuncusu olsa bile, yersiz bir boykot ya da engelleme eylemi olacağını iddia etmez. Grup, grup dışındaki hiç kimseye tehdit oluşturmayan belirli bir nedenden dolayı vardır ve grubu bozmak hiçbir olumlu amaca hizmet etmez.
Daha gerçekçi bir örneğe geçelim. Bir topluluğun militarizm, ekonomik adalet veya çevrenin korunması gibi bir konuda ilerici siyasi örgütlenme üzerine çalıştığını varsayalım. Bu grubun üyelerinden biri sürekli olarak ırkçı veya cinsiyetçi yorumlarda bulunuyorsa grup, suçluyu disipline mi etmeli, yoksa kovmalı mı? İlk adım, kişiyle çözüm bulma yanlısı bir tavırla yüzleşmek; “meydan okumak” (kişiyi insanların önünde zorlamak veya utandırmak) yerine “kenara çekmek” (uygunsuz davranışta bulunan kişiyle birebir diyalog kurmaya çalışmak) olabilir. Ancak suçlu yeniden düşünmeyi reddederse ve ırk, cinsiyet/toplumsal cinsiyet hakkındaki görüşlerin grubun odak noktasıyla alakasız olduğunu ileri sürerse grup bu kişiyi yine de kabul etmeli midir?
En az iki gerekçeyle bu bireyin gruba dahil edilmesini savunmak zordur. Birincisi, bu tür yorumlar diğerlerinin katılımını zorlaştıran düşmanca bir ortam yaratabilir. İkincisi, grup yalnızca beyaz erkeklerden oluşsa bile, bu cephelerde hiyerarşiyi kabul eden ırkçı veya cinsiyetçi politikadan, diğer cephelerde hiyerarşiye ve istismara yönelik ilerici bir meydan okumaya fırsat vermesi beklenemez. Öbür tarafta ise hiç kimse ırkçılığın veya cinsiyetçiliğin entelektüel bir savunmasını yapmaya çalışmaz.
Kamusal alanlarda işler daha da karmaşıklaşıyor, özellikle de hükümetlerin gücü devreye girdiğinde. ABD hukukunda, Birinci Anayasa Değişikliğinin ifade ve basın özgürlüğünü korumasına ilişkin kabul gören yorumlar, vatandaşlara geniş bir hareket alanı sağlıyor. Ancak bir kişi, hakları kadar görevlerinin de önemli olduğu bir kamu kurumu adına hareket ettiğindeyse işler çok daha karmaşık bir hale gelebiliyor.
Devlet üniversitesindeki bir profesörün sınıfta açıkça ırkçı yorumlarda bulunması nedeniyle disiplin cezasına çarptırılması gerekir mi? Bağlam önemli olsa da bu tür yorumların bazı öğrencileri orada bulunma sebepleri olan eğitimden mahrum bırakacak düşmanca bir ortam yaratması olasıdır ve bu nedenle disiplin cezasının uygulanması en uygunu olacaktır. Profesörün söylediklerinin çözümlenmesi zor olsaydı ve söylemlerinin ırkçı karakterine dair anlaşmazlıklar yaşansaydı, sorunların çözülmesi daha da zorlaşırdı. Peki ya bazı insanların açıkça ırkçı olduğuna inandığı ya da bilinçdışı bir ırkçılıkla hareket ettiğine inanılan, zihin üzerine araştırma yapan bir profesöre ne dersiniz? Tekrar ediyorum, önemli olan bağlamdır; ancak bu profesör pekâlâ akademik özgürlüğünü kullandığını iddia edebilir.
Bir de kitle iletişim araçlarından ve popüler kültürden vakalar var. Kamuoyunun gözü önündeki bireyler bir şekilde uygunsuz olarak adlandırılmış davranışlar sergiledikleri için nasıl bir bedel ödemelidir?
Öncelikle uygunsuz ile yasa dışı davranış arasında bir ayrım yapmalıyız. Hollywood yapımcısı Harvey Weinstein, uygunsuz davrandığı gerekçesiyle “cancel” edilmedi. O, tecavüzden suçlu bulunan bir seri cinsel saldırgandı. Fox News yorumcusu Bill O’Reilly, kendisine kadınlar tarafından cinsel taciz ve suistimal suçuyla beş farklı dava açıldığı haberlerinin sızdırılmasının ardından kanaldan atıldı. Davacılar, elbet suçluların peşine düşer. Şirketler, çalışma kurallarını ihlal eden veya firmayı kötü niyetli davranışlar nedeniyle zarara maruz bırakan çalışanları işten çıkarır. Yasadışı olan veya ciddi hukuki sorumluluk yaratan davranışlar, “cancel” kültürü tartışmalarının tamamen dışındadır.
Ancak diğer vakalar daha sinir bozucu; bazen onlarca yıl önceki eylemleri, bazen de o dönemde baskın kültürün bazı kesimlerinde kabul edilebilir olan şakaları veya failin itiraf ettiği ve özür dilediği eylemler bu kapsamda yer alıyor. Bir düşünün: Bir tarafta tıp fakültesindeyken siyah suratla (blackface – siyahi olmayanlar tarafından siyahi bir insanın karikatürünü temsil etmek için kullanılan bir teatral makyaj şekli) görünmüş beyaz bir politikacı ve diğer tarafta ise destekçilerine sarılırken cinsiyetçi şakalar yapmak ve uygunsuz temaslarda bulunmakla suçlanan bir erkek politikacı var. Hiçbiri günümüzde ırkçı veya cinsiyetçi görüşlere sahip olmakla veya ırkçı, cinsiyetçi siyasi gündemleri takip etmekle suçlanmamıştı. İlk örneğimizin aktörü (Virginia valisi Ralph Northam) görevde kaldı ve görev süresini olaysız bir şekilde tamamladı. İkinci örneğimizin aktörü (ABD’nin Minnesota senatörü Al Franken) ise gördüğü baskı neticesinde istifa etti; ne var ki bu karar, kendisinin ve istifasını talep eden bazı kişilerin daha sonra pişman olduğu bir karar oldu. Benzer düşünce yapılarına sahip insanlar bazen aynı fikirde olmayabilir; bu iki örnekte de tam olarak bu yaşandı.
Tekrarlamak gerekirse, bağlam her zaman önemlidir. Irkçı veya cinsiyetçi yorumlar için özür dileyen suçlulara, özürleri samimi görünüyorsa tabii, yapılan yanlışı kabul etmeyenlerden farklı mı davranılmalı? Kanıtların kesin olmadığı durumlarda, insanları başkalarının istismarcı davranışlarından koruma isteği ile gerçekleri bulma ve müzakerede adil olma ihtiyacını nasıl dengeleyebiliriz? Farklı insanların aynı olayı ne kadar farklı şekillerde algılayabildiği göz önüne alındığında, öz bildirimlerin ötesinde hiçbir kanıt olmadığında bu tür anlaşmazlıkları nasıl çözebiliriz? İddia edilen konuşma veya eylemlerin uygunsuz olduğu genel olarak kabul görse bile bu faktörler karar alma süreçlerimizi karmaşık hale getiriyor.
İnsanlar söz konusu ifadelerin ve eylemlerin uygunsuz olup olmadığı konusunda hemfikir olamadıklarında başka bir dizi zorluklar ortaya çıkar. Bazen bu tartışmalar daha geniş bir bağlamda, yapılan analizin karşıt taraflarında olan kişiler arasında gerçekleşir. Bazen de bu tür tartışmalar, birleşmiş bir siyasi grup veya bir oluşum içinde görülebilir. Konfederasyon sembolleri sorunu birincisine bir örnektir; sağ görüşlü bazı kişiler onları “nefret değil, miras” olarak savunurken, soldaki neredeyse herkes (ben de dahil) onları beyaz üstünlüğünün ifadeleri olarak kınıyor. “Drag ” gösterileri hakkındaki tartışmalar ise bize ikincisini düşünme fırsatı sunuyor; bunu bir tür kültür yağmacılığı olarak gören radikal feministler (ben de dahil) dışında ise çoğu sol görüşlü kişi “drag”i destekliyor.
Bu kısa incelemeyle konuyu ayrıntılı olarak ele almayı hedeflemedim; bunun yerine, sosyal grupların normları nasıl uygulaması gerektiğine dair nadiren basit yanıtların bulunduğuna işaret etmek istedim. Ancak bağlam ve karmaşıklık, kesin kuralların olmadığı anlamına gelse dahi bize kılavuz olacak bazı ilkeler arayabiliriz.
Benim için temel soru, bir yorumun veya eylemin yalnızca saldırgan mı yoksa gerçekten tahakküm kurucu mı olduğudur. Çoğulcu bir toplumda, çatışan değerler nedeniyle düzenli olarak birtakım gücenmeler yaşanmasını bekleriz. Ancak insanların sözleri ve eylemleri baskıcı sistemlerin sürdürülmesine veya derinleştirilmesine yardımcı olduğunda kolektif tepki haklı çıkar.
Bu bize belirli bir durumda hangi tepkilerin uygun olduğunu göstermez ancak bir tartışmanın başlangıcı olabilir. Bugünlerde bu kadarı bile ileri bir adımdır.
Bu Makale 30 Ağustos 2024 tarihinde Çeviri Gazetesi tarafından: “https://www.counterpunch.org/2024/07/31/what-is-cancel-culture-and-is-it-a-good-thing/” linkli web sitesinden alınarak, çevrilmiştir.