Press ESC to close

Neoliberalizm Gezegeni Nasıl Yok Etti ve Kapitalizm Bizi Neden Kurtaramayacak?

Yazan: Milo Di Duca / Martin Greenwood

Çeviren: Barış Özakay

Düzenleyen: Utku Çavuşoğlu

 

Ana akım siyasetin iklim kriziyle ilgili çoğu söylemi, daha yeşil bir gelecek inşa etmekten bahsediyor. Fakat bu yaklaşım, kitlesel sanayileşmeden önce gezegenin daha yeşil olduğunu göz ardı ediyor. Veriler, küresel sıcaklıkların ancak 1980’lerde neoliberalizmin batı toplumunun egemen ekonomik gücü haline gelmesiyle birlikte korkutucu bir hızla artmaya başladığını gösteriyor. O gün bugündür neoliberalizm, gezegenin kaynaklarının yararlanılacak hammaddeler olarak algılanmasını sağladı ve şirketlerin, dünyanın sınırlarını fazlasıyla aşan ölçülerde üretim yapmasına yol açtı. Çevreci kapitalizm, bize çevresel bozulmayı en aza indirirken üretimi artırmaya devam edebileceğimizi söylüyor gibi görünüyor. Bunun neden makul bir seçenek olmadığını açıklayacağım. 

Neoliberalizmin neden suçlu olduğunu anlamak için içerdiği temel kavramlar hakkında düşünmemiz gerekiyor. Neoliberalizmin temel ilkelerinden biri, piyasaların kıt kaynakların paylaşımında temel yol olduğu anlayışıdır. Bunun neticesi olarak da piyasalar büyük oranda serbestleşmiştir. Bu serbestliğin ekolojik sonuçları, şirketlerin kâr ve verimlilik adına dünyanın kaynaklarını tüketme ve çevresel yıkıma neden olma konusunda özgürce hareket edebilmeleri olmuştur. En zengin 20 şirkete baktığımızda, birçoğunun aynı zamanda en fazla karbon emisyonuna sebep olan şirketler listesinde yer alması şaşırtıcı değildir. 

Neoliberal ideolojinin iklimi etkilediği tek yordam yol bu değil. Piyasalara bu kadar yoğun odaklanarak, vatandaşları tüketiciye dönüştürür. Bireysellik, tüketim yoluyla sürdürülür ve her şeyden daha değerli kılınır. Bu olgu, rekabeti ve gösterişçi tüketimi körükleyerek devamında da kaynakların tükenmesinde ve dolayısıyla karbon emisyonlarında tetikleyici bir rol üstlenir. Aynı zamanda, bahsedilen aşırı bireyciliğin, suçu asıl sorumlulara ve iklim krizinin devam etmesine izin veren sistemlere değil, biz vatandaşlara-tüketicilere kaydırdığı yüklediği yönünde tartışmalar da var. The Guardian’daki “Neoliberalizm bizi iklim değişikliğiyle bireyler olarak savaşmamız gerektiğine inandırdı” (Orj.: Neoliberalism has conned us into fighting climate change as individuals) başlıklı makalesinde Martin Lukacs şunları söyler: “neoliberalizm rekabetçi kişisel çıkarın ve aşırı bireyciliğin kutsanmasıdır, şefkati ve dayanışmayı ayıplayarak kolektif bağlarımızı yıpratmıştır. Margaret Thatcher’ın vaaz ettiği ‘toplum diye bir şey yoktur.’ ideasını fikrini sinsi ve topluluklaşma karşıtı bir zehir gibi yaymıştır.” Lukacs, makalenin devamında neoliberalizmin, asıl sorumluluğun kalburüstü fosil yakıt şirketlerinin ve toplumsal tutumlarımızın elinde olması gerçeğine rağmen, biz tüketicileri ‘daha çevre dostu’ ürünler almamız gerektiğine inandırarak bizi kandırdığından bahseder.

Bu, Alan Schnaiberg’in, iklim krizini Marksist bir yaklaşımla ele aldığı  “Üretimin Kısır Döngüsü” (Treadmill of Production) teorisiyle uyumludur. Alan Schnaiberg, iklim krizini Marksist bir yaklaşımla ele alır. Ekolojik çöküşün ana itici gücünün, üretim ölçeğinin görünüşe göre asla bitmeyen büyümesinden ve yeni teknolojilerle birlikte sürekli değişen yatırımlardan ibaret olduğunu, bunların da kaynakların tükenmesini, sömürülmesini ve tüketilmesini artırdığını ve tüm hepsinin sera gazı üretimine ve dolayısıyla iklim değişikliğine katkıda bulunduğunu ileri sürerek ikna edici bir argüman sunar. Üretimin Kısır Döngüsü teorisi, sosyal bilimcilerin, tüketim seviyelerinin yalnızca büyük ölçekli üretimin bir yan ürünü olduğunu ve ekolojik çöküşü gerçekten durdurmak için sistemsel değişikliğe ihtiyacımız olduğunu anlamalarında yardımcı olmuştur. Çevreci kapitalizm yalnızca bir imaj değişikliğidir ve aynı sorunlar tekrardan ortaya çıkacaktır. Toplumumuz, kâr amacıyla toprakların sömürülebileceği anlayışıyla devam ettiği sürece, çevresel ve sosyal endişeler her zaman ikinci planda kalacaktır.

Öyleyse, bütünüyle bir ekolojik çöküşü önlemek için, kaynakları üretme üretim ve kaynakları kullanma şeklimizle olan ilişkimizde köklü bir değişikliğe ihtiyacımız var gibi görünüyor. Anlaşılan o ki, kârı teşvik olarak sunan herhangi bir sistem, her zaman dünyanın sınırlı kaynaklarının sömürülmesine yol açıyor. Sınırsız büyümenin sonsuza kadar devam edebileceği fikri, iklim çöküşünün ana suçlusudur. Çevreci kapitalizm sadece buna yeni bir imaj verir, dünyanın sömürülmesinin daha dahiyane yollarını bulur ve pazarlamalarında ‘sürdürülebilir’ gibi kelimeleri kullanmak için ‘yeşil aklama’ yapar. Artık kâr odaklı üretimden ve doğal kaynakların harcanmak üzere bize ait olduğu fikrinden radikal bir şekilde uzaklaşmamız gerekecek. İklim değişikliği üzerinde gerçek bir etki yaratmak ancak gezegenle sömürücü olmayan bir ilişki kurarak mümkün.

Bu Makale 7 Ekim 2024 tarihinde Çeviri Gazetesi tarafından: “https://sites.manchester.ac.uk/global-social-challenges/2021/05/04/how-neoliberalism-destroyed-the-planet-and-why-capitalism-wont-save-us/” linkli web sitesinden alınarak, çevrilmiştir