Yazan: Donald MacGregor
Çeviren: Ulaş Selvi
Düzenleyen: İrem Taşdemir
2001: Bir Uzay Macerası filminin açılışında, Richard Strauss’un Böyle Buyurdu Zerdüşt (Also Sprach Zarathustra) adlı senfonik şiirinin girizgahı çalarken, hilal şeklindeki Dünya’nın üzerinde yükselen güneş resmedilir. Bu beste, insanlara müjdesini duyurmak üzere dağdan inen bilge adam Zerdüşt’ü temsil etmektedir. Ancak bu sefer müjdesini duyurmaya gelen kişi, Stanley Kubrick’tir.
Strauss’un senfonik şiirinin temel alındığı Friedrich Nietzsche’nin kitabı Böyle Buyurdu Zerdüşt (Also Sprach Zarathustra), insanlığın bir gün übermensch, yani üstinsan tarafından aşılacağı fikrini ortaya atar. Aynı temaya Kubrick’in filmlerinde de rastlamak mümkündür: Dr. Garipaşk (Dr. Strangelove – 1963), Otomatik Portakal (A Clockwork Orange – 1971) ve özellikle de bu yazının konusu olan 2001: Bir Uzay Macerası (2001: A Space Odyssey – 1968).
Nietzscheci düşüncenin kökeninin Darwin’in doğal seçilim teorisine dayandığını söylersek pek de yanılmış olmayız. Nietzsche yaşamı “en uygun olanın hayatta kaldığı, gücün tek erdem ve zayıflığın tek kusur olduğu bir varoluş mücadelesi” [1] olarak tanımlar. Nietzsche’ye göre insanın evrimi üç safhadan oluşur: ilkel insan (maymun), modern insan ve nihayetinde üstinsan. Nietzsche bu bağlamda şunları söyler: “İnsan için maymun nedir? Bir alay konusu ya da ıstırap verici bir utanç. Peki ya üstinsan için insan ne olacaktır? Bir alay konusu ya da ıstırap verici bir utanç.” [2]
İnsan, maymun ile üstinsan arasında yalnızca bir köprüdür; üstinsan olabilmek için iradesini ortaya koyması gerekir: “Bir üreme iradesi, ya da başka bir ifadeyle bir sona, daha yükseğe ve daha öteye doğru uzanan bir güdü.”[3] Nietzsche bu fikrini insan ruhunun iki tanrıdan doğduğuna dair olan inancında detaylandırır: Dionisos ve Apollo. Dionisos “şarap ve cümbüşün, yükselen yaşamın, eylemdeki neşenin, kendinden geçmiş duygu ve ilhamın, içgüdünün, maceranın ve yılmadan acı çekmenin, şarkı ve müziğin, dans ve dramın tanrısıydı.”[4] Dionisos’un karşısında ise “huzurun, boş zamanın ve dinlenmenin, estetik duygu ve entelektüel tefekkürün, mantıksal düzen ve felsefi sükûnetin, resmin, heykelin ve epik şiirin tanrısı”[5] Apollo vardı.
Bu inanca göre, ilkel insan Dionisosçu bir tine sahiptir; içgüdüleri ile hareket eder ve anı yaşar ancak entelektüel kabiliyetlerden yoksundur. Modern insan ise Apollocu bir ruha sahiptir; barışçıl ve sakindir, demokrasi, sosyalizm ve Hristiyanlık ve Budizm gibi dinler tarafından fethedilmiştir. Nietzsche’nin gözünde insandaki içgüdünün tüm kalıntıları söndürülmüş ve insan acınası bir yaratık haline gelmiştir. Üstinsan, Dionisosçu tine doğru bir geri dönüş niteliğinde olacaktır. “Doğaya bir geri dönüş, ancak bu esasen bir geri dönüş değil, bir yükseliştir; yüksek, özgür, hatta korkunç olan doğaya ve doğallığa bir yükseliş.”[6] Üstinsan, insanın yitirdiği içgüdüsünü yeniden kazanacaktır.
Kubrick’in 2001 ve Otomatik Portakal filmlerinde ilkel insan fikrine rastlamak mümkündür. 2001‘deki ilkel insan tasviri, filmin açılışını yapan “İnsanın Şafağı” sekansında yer alır. Bu sekansta ilkel insanın öldürme içgüdüsünü kazanışı tasvir edilir ve bu da monolitin ortaya çıkışıyla sembolize edilir. 2001 romanında, esas kahraman olan maymun-insan (adı Ay Gözcüsü’dür) bu içgüdüyü elde edip başka bir maymun-insanı öldürdükten sonra dünyanın efendisi olarak ve “Bir sonraki adımda ne yapacağından tam olarak emin değildi. Ancak bir şeyler düşünecekti.”[7] cümleleriyle tasvir edilir. Maymun-insan bir eylem ve anın yaratığıdır; aynı zamanda da Dionisosçu bir tin olarak bariz bir ilkel insan örneğidir.
Otomatik Portakal romanındaki benzer bir ifadede, ana karakter Alex, “O zaman ne olacak, ha?”[8] diyerek kendisinin de bir eylem yaratığı, ilkel insanın ruhuna bağlı bir insan olduğunu ortaya koyar. Kubrick’in söylediği üzere Alex, “doğduğu haliyle doğal insandır; sınırsız ve bastırılmamıştır.”[9] Filmde Alex’in sarf ettiği şu sözler de bunun bir başka kanıtıdır: “Düşünmek gloppy (aptal) olanlar içindi. Oomny (zeki) olanlar ilhamı kullanırdı…” İlham, Dionisosçu bir özellikken, tefekkür Apollocu bir özelliktir. Alex’in müzik sevgisi de (“Ludwig Van’ın görkemli Dokuzuncu Senfonisi”) yine Dionisosçu karaktere bir örnektir.
İlkel insandan modern insana geçiş ise aşamalı bir süreçtir. 2001 bunu Ay Gözcüsü’nün havaya bir kemik fırlattığı sahneyle tasvir eder. Bu sahneyi takip eden “İnsanın Yükselişi” adlı sekansta insanı bugünkü Apollocu benliğine götüren evrimsel ve entelektüel değişimlere kısaca değinilir.
2001‘de modern insan bilimsel, entelektüel ve çekingen bir doğaya sahip olarak tasvir edilir; ilkel atalarının canlılığından yoksun, solgun ve acınası bir yaratıktır. Benzer şekilde Dr. Garipaşk‘taki ABD Başkanı da modern insan için iyi bir örnek teşkil eder. Başkan, entelektüel fakat etkisizdir; “Stevensonvari bir yumurta kafadır,”[10], eylemden çok protokollerle ilgilenir. Bu insan, Amerika Birleşik Devletleri başkanı olmasına rağmen dünyanın efendisi olan Ay Gözcüsü gibi biri değildir.
Dionisosçu ve Apollocu tin arasındaki temel çatışma, Otomatik Portakal‘da Alex’in kendi Dionisosçu tinini azaltmak ve onu daha Apollocu yapmak için uygulanan Ludovico terapisi sırasında görülebilir. Uygulanan terapinin esas etkisi, Alex’in doğasında var olan Dionisosçu benliği ne zaman ortaya çıksa ölümcül bir hastalığa yakalanmasıdır. Alex, filmin sonunda bu terapiden “arınır” ancak yine de üstinsana erişemez.
2001‘de ise aydaki monolit, ilkel insandan üstinsana giden serüvendeki kilit bir anı simgeler. Aydaki monolitin yer aldığı sahnede, monolit yüksek şiddetli bir ses çıkardığında (muhtemelen bu anın gelişini işaret etmek için) güneş tam tepede resmedilir. Nietzsche bu anı “insanın hayvan ile üstinsan arasındaki yolunun ortasında durduğu öğle vakti… yeni bir sabaha uzanan yol”[11], yani üstinsanın ilk sabahı olarak ifade eder.
2001‘in sonunda üstinsana ulaşılır. Son sahnelerde, astronot David Bowman ölüm döşeğinde yatmaktadır. Son nefesini vermeden önce üstinsanın var olmasını ister. Nietzsche bunu şöyle ifade eder: “Zerdüşt, ‘Kendisinin ötesinde bir şey yaratmayı dileyen ve sonra da yok olan kişiyi severim’ dedi.”[12] Aynı fikir, Richard Strauss’un bir başka eseri olan Tod und Verklärung (Ölüm ve Başkalaşım) adlı senfonik şiirinde de başarılı bir biçimde ifade edilir. Strauss söz konusu bu eseri hakkında şunları söyler: “En yüksek sanatsal hedefler için çabalayan bir kişinin ölümünü temsil eder… “Yaşam boyunca izlediği yolun meyvesi; bir fikir, ideal olan ona görünür.”[13] Buradaki “sanatsal” ifadesini atar ve “kişi”yi insanlık olarak yorumlarsak, dosdoğru insanlığın yok olmadan önce bizzat insan tarafından var edilmesi istenen üstinsan adlı bir İdeal için çabaladığına ilişkin Nietzscheci fikre ulaşmış oluruz.
2001‘de üstinsan bir çocuk olarak tasvir edilir (romanda da Yıldız-Çocuk adıyla anılır). Aynı şekilde bu imge de Nietzsche’nin insan ruhunun üç metamorfozuna ilişkin metaforlarına dayanır. Nietzsche son metamorfozda, yani insan üstinsan olduğunda, ruhun bir çocuk gibi olacağını söyler; çünkü “çocuk masumiyet ve unutuştur; yeni bir başlangıçtır.”[14]
Toplum onu koşullandırmadan önce bir çocuk da Dionisosçu tine sahiptir. 2001‘de Yıldız-Çocuk aynı zamanda yeniden doğan David Bowman’dır (başka bir deyişle yeniden doğan insanlık) ve filmin son sahnesinde Dünya’ya döner. Bu sekans Nietzsche’nin sözleriyle “ruh şimdi kendi iradesini ister ve dünya için kaybolmuş olan şimdi kendi dünyasını fetheder.”[15] Filmde ise çıktığı uzay macerası sırasında dünya için kaybolan David Bowman da dünyaya hükmetmek için geri döner.
Peki, daha somut bir ifadeyle şunu soralım, üstinsan neye benzeyecek? Nietzsche’nin onun Dionisosçu tine bir dönüş olacağını ifade ettiğine değinmiştik. Aynı ifade 2001 romanında da karşımıza çıkar; son paragrafta Yıldız-Çocuk (üstinsan) dünyanın efendisi olarak adlandırılır ve Ay-Gözcüsü’nün sahip olduğu aynı düşünceye sahiptir: “Bir sonraki adımda ne yapacağından tam olarak emin değildi. Ancak bir şeyler düşünecekti.” Nietzsche, üstinsanın yeni bir ahlak anlayışı gerektireceğini, çünkü “onun iyinin ve kötünün ötesinde”[17] olacağını ifade eder. O, enerji, akıl ve gururun bir karışımıdır; “incelikli olduğu kadar cesur ve güçlüdür, bilge ve generalin tek vücutta bir araya gelmiş halidir.”[18] Başka bir deyişle Platoncu kalıpta bir filozof-kraldır (bu konuda daha ayrıntılı bilgi için Plato’nun Devlet adlı eserine göz atabilirsiniz).
Nietzscheci düşünceyi, kısaca insanoğlunun bir İdeal’e, yani mükemmel varlığa ulaşma mücadelesi olarak özetleyebiliriz.
Bu düşünce bazı yönleriyle Otomatik Portakal ve Dr. Garipaşk‘ta bulunsa da söz konusu anlayışın Kubrick’in filmlerinde karşımıza çıkan en çarpıcı örneği 2001 filmidir. Kubrick’in kendisinin de filmdeki bu görüşü destekler düşüncelere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Kubrick röportajlarında “insan ilkel maymun ile medeni insan arasındaki kayıp halkadır,”[19] (üstinsan?) ifadesini kullanır ve filmin sonunun insanın bir üstinsan olarak yeniden doğuşunu temsil ettiğini belirterek, “insanın evrimsel kaderindeki bir sonraki sıçramaya hazır olarak Dünya’ya döndüğünü”[20] söyler.
2001 filmi sıklıkla birçok farklı yoruma açık, son derece muğlak bir film olarak nitelendirilir. Ancak belki de film böylesi bir amaçla tasarlanmamıştır. Kubrick, bir şey düşünülebiliyorsa filme de çekilebileceğini öne sürer. 2001 filmi, Nietzsche’nin felsefesiyle çok tutarlıdır; dolayısıyla belki de filmin muğlak olmasının nedeni Kubrick’in Nietzsche’nin düşüncelerini filme alabilmesinin tek yolunun bu olmasıdır.
Kaynaklar:
[1] Will Durant, The Story of Philosophy, New York: Simon and Schuster, Inc., 1961, s. 301.
[2] Walter Kaufmann, The Portable Nietzsche, New York: The Viking Press, Inc., 1982, s.124.
[3] Walter Kaufmann, s. 227.
[4] Will Durant, s. 305.
[5] Will Durant, s. 305.
[6] Walter Kaufmann, p 552.
[7] Arthur C. Clarke, 2001:A Space Odyssey, New York: The New American Library, Inc., 1968, s. 34.
[8] Anthony Burgess, A Clockwork Orange, New York: Ballantine Books, 1984, s. 3.
[9] Thomas Allen Nelson, Kubrick: Inside a Film Artist’s Maze, Bloomington: Indiana University Press, 1982, s. 140.
[10] Thomas Allen Nelson, s. 85.
[11] Walter Kaufmann, s. 190.
[12] Will Durant, s. 334.
[13] Michael Kennedy, Strauss Tone Poems, London: British Broadcasting Corp., 1984, s. 22.
[14] Walter Kaufmann, s. 139.
[15] Walter Kaufmann, s. 139.
[16] Arthur C. Clarke, s. 221.
[17] Will Durant, s. 320.
[18] Will Durant, s. 328.
[19] Thomas Allen Nelson, s. 99-100.
[20] Thomas Allen Nelson, s. 130.
Bu Makale 24 Eylül 2024 tarihinde Çeviri Gazetesi tarafından: “http://www.visual-memory.co.uk/amk/doc/0013.html” linkli web sitesinden alınarak, çevrilmiştir.