Yazan: B’tselem
Çeviren: Nazlıcan Karaali
Düzenleyen: Utku Çavuşoğlu
1967’deki işgalinden beri, İsrail Batı Şeria boyunca iki milyon dönümden fazla (yaklaşık 200,000 hektar) toprağı zimmetine geçirdi. İsrail, gasp ettiği bu toprakları tarım arazileri ve endüstriyel alanları da kapsayan yeni yerleşimler kurmak, kontrol edilen bölgeyi genişletmek ve esasen yerleşimci nüfusun faydalanacağı yollar inşa etmek için kullanmakta.
Sadece Batı Şeria’daki İsrail yerleşimleri Filistinlilerin ya sınırlı ya da hiçbir erişimi olmadığı yüz binlerce dönüm alana yayılıyor. Zira İsrail hükümeti bazı bölgelerin kontrolünü sağlamak için askeri emirler, bölgeyi “devlet arazisi,” “atış’’ ya da “doğal koruma alanı” ilan etmek veya kamulaştırmak gibi resmi yöntemlere başvurdu. İsrailli yerleşimcilerin, Filistinlilere ve mal varlıklarına günlük şiddet eylemleri ve saldırıları sonucunda geri kalan araziler, devralındı.
Nitekim İsrailli yerleşimcilerin izlediği iki yol birbiriyle alakasız durmaktadır: Bir taraftan devlet hukukçular ve hakimler tarafından tasdik edilen yöntemleri kullanarak Filistin topraklarını açık açık ele geçirirken; diğer taraftan, bireysel ajandalarını sürdürmek için arazileri devralmak isteyen yerleşimciler kendi emelleri doğrultusunda Filistinlilere karşı şiddetin ön ayağı oluyor. Fakat aslında izlenilen yalnızca tek bir yoldan da bahsedebiliriz: Filistinlilere karşı süregiden yerleşimci şiddeti, günbegün daha fazla Batı Şeria toprağı elde etmeye çalışan İsrail ”apartheid” (ırksal ve etnik ayrımcılık) rejiminin işgal stratejisinin bir parçasıdır. Devlet Filistinlilere yönelik şiddet eylemlerini koşulsuz şartsız desteklemekte ve bazen kendi ajanlarını da doğrudan bu eylemlere katmaktadır. Bu nedenle İsrailli yerleşimci şiddeti, devlet yetkililerinin aktif katılımıyla suç ortaklığı yapılan bir çeşit hükümet politikasıdır. Öyle ki devlet bu gerçeği birbirini tamamlayan iki yöntemle meşrulaştırıyor:
1.Arazi ele geçirmenin yasallaştırılması
İsrail devleti yerleşimcilerine Filistinlilerden şiddet yoluyla aldıkları arazileri kullanmasına izin vermektedir. Gasp edilen araziler üzerine kurulu onlarca ileri karakol ve “çiftlik” -sayısız niyet ve amaca yönelik olarak hükümet eliyle izinsiz ve plansız inşa edilmiş, yerleşim alanları- İsrailli yetkililerin desteğiyle ayakta kalıyor. İsrail bu ileri karakolların çoğuna yol, su ve elektrik altyapısı sağlamanın yanı sıra, güvenlikleri adına orduya emir veriyor ya da maddi yardımda bulunabiliyor. Dünya Siyonist Örgütü Yerleşim Birimi, Batı Şeria’daki bölgesel konseyler ve çeşitli hükümet bakanlıkları aracılığıyla da yasa dışı ileri karakollara destek sağlanıyor. Buna ilaveten İsrail, ileri karakol denilen ücra yerleşim alanlarında tarım tesisleri kurup, yeni çiftçi ve çobanlara destek çıkmanın yanı sıra, hukuksuz yapılanmaların kaldırılmalarına yönelik yasal talepler karşısında da ileri karakolları savundu.
Geçmişte İsrail devleti ileri karakollara ilişkin yasayı uygulayacağını duyurmuş ve hatta uluslararası cemiyete bu konuda güvence vermişti. Fakat devletin bu sözleri hiçbir zaman yerine getirilmedi. Mart 2011’de devlet politikasını değiştirerek resmiyette bir ayrım getirmiştir: bir yanda İsrail’in “devlet arazisi” olarak ilan ettiği alanlar üzerine ya da “araştırma arazisi” dediği, durumu henüz belirlenmemiş arazilere inşa edilmiş ileri karakollar; diğer yanda ise Filistinlilerin özel mülkiyeti kabul edilen araziler üzerine inşa edilenler (ki sadece bunları kaldırmayı amaçladılar). Üstelik hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu ayrım İsrail Yüksek Mahkemesi tarafından kabul edildikten sonra neredeyse bütün yasa dışı ileri karakol yapılanmaları yerlerinde kaldı.
2.Filistinlilere yönelik fiziksel şiddetin meşrulaştırılması
İşgalin ilk günlerinden beri, İsrailli yerleşimcilerin Filistinlilere uyguladığı şiddet belgeleniyor. Bu şiddet sayısız hükümet belgesi ve dosyasında, Filistinli halkının ve askerlerinin tanıklıklarıyla; Filistinli, İsrailli ve -en başından bugüne B’Tselem dahil olmak üzere- uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarında, kitaplarda ve binlerce medya makalesinde kaydedildi. Ancak bütün bu devam eden ve oldukça kapsamlı belgelemenin İsrailli yerleşimci şiddeti üzerinde neredeyse hiçbir etkisi olmamıştır; öyle ki yerleşimci şiddeti uzun zamandır Batı Şeria’daki işgal altındaki yaşamın bir parçası haline geldi.
Bahsedilen şiddet eylemleri dövmek, taş atmak, tehdit etmek, tarla yakmak, ağaçları ve mahsulleri yok etmek, tarım mahsullerini çalmak, evlere ve arabalara zarar vermek, yolları kapatmak, gerçek mermi kullanmak ve nadir durumlarda öldürmeyi içermekte. Sözde çiftliklerden gelen İsrailli yerleşimciler Filistinli çiftçileri ve çobanları evlerinden, tarlalarından ve nesiller boyu kullandıkları mera ve su kaynaklarından şiddet yoluyla uzaklaştırıyor. Yerleşimciler bulundukları bölgelerde her gün sert kavgalara neden olurken, aynı zamanda Filistinlilere ait sürüleri korkutup dağıtmak için dron kullanıyorlar.
İsrailli askerlerin gözaltı ve tutuklama yetkisi ve görevi olmasına rağmen, ordu politikası gereği şiddet uygulayan yerleşimcilere karşı koymaktan sıklıkla kaçınıyor. Hatta İsrail güvenlik güçleri rutin olarak Filistinlilere ve özel mülklerine yönelik saldırılara izin vermektedir. Genellikle ordu şiddet eylemlerinde bulunan yerleşimcilere karşı gelmek şöyle dursun, sadece Filistinliler için geçerli kapalı askeri bölge emirleri çıkarmak veya göz yaşartıcı gaz, ses bombası, kauçuk kaplı metal mermi, hatta gerçek mermi sıkmak gibi taktiklere başvurarak Filistinlileri kendi tarım ve mera alanlarından çıkarmayı tercih ediyor. Bazı durumlarda ise askerlerin İsrailli yerleşimcilerin saldırılarına katılmakta yahut bir kenardan izlemekte olduğunu görürüz.
Emniyet yetkilileri yaşanan şiddetli olaylara müdahale etmemek için ellerinden geleni yaparken, yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik saldırıları ardından İsrail hükümetinin kayıtsızlığı da devam ediyor. Bununla birlikte, İsrailli yerleşimcilere karşı şikâyette bulunmak oldukça güç ve soruşturmanın fiilen başlatıldığı nadir vakalarda dahi İsrail hukuk sistemi vakit kaybetmeden yerleşimcileri aklayabiliyor. Dolayısıyla Filistinlilere zarar veren yerleşimcilere karşı neredeyse hiç dava açılamazken; yerleşimcilerin dava edildikleri ender durumlarda çoğunlukla simgesel cezalar alınıyor ve ihmal edilebilir suçlara atıfta bulunuluyor. Yesh Din’in Ocak 2020’de yayınladığı ve yerleşimci şiddete ilişkin 15 yıllık soruşturma gözlemlerini özetleyen verilere göre, dava dosyalarının %91’i herhangi bir iddianame olmadan kapatıldı. 1200’den fazla soruşturma dosyasından ise yalnızca 100’ünde iddianame sunuldu.
‘’İsrail ”apartheid” rejimi ve temsilcileri Filistin topraklarının ele geçirilmesini pekiştirmeye yönelik stratejinin bir parçası olarak, yerleşimci şiddetine yardım ve yataklık etmektedir.’’
Yerleşimci şiddetin caydırıcı etkisi ve işgal altındaki topraklardaki yaşam koşulları düşünüldüğünde, bu durumun Filistin halkının gelir kaynaklarını azaltan ve hayatlarını temelli sarsan neticeleri olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim bölge sakinleri korumasız kalan Filistinlilerin şiddet ve baskı korkusu altında hiçbir seçeneği olmadan koyun, keçi veya mevsimlik mahsul tarımı gibi nesiller boyu rahat ve onurluca yaşamalarına olanak tanıyan geleneksel meslekleri bir bir terk ettiklerini veya artık daha az sıklıkla yaptıklarını anlatıyor. Filistinliler bir zamanlar topluluklarına ait mera ve su kaynaklarından artık nasıl uzak durduklarını ve tarım arazilerinin ekimini kısıtlamak zorunda kaldıklarını dile getiriyorlar. Birçok bölgede Filistinliler, İsrailli sivillerin veya İsrail ordusunun eşliği olmadan kendi tarım arazilerine gitmeye dahi cesaret edemiyorlar. Üstelik bazı tarım alanları o kadar ağır hasarlı ya da ihmal edilmiş durumda ki, buralardan neredeyse hiç ürün alınamıyor; bu da arazi sahiplerinin arazilerine yeniden ulaşma çabasını anlamsız hale getiriyor. Sonuç, Batı Şeria’nın dört bir yanına dağılmış, görünmez olmasına rağmen Filistinlilerin geçmemeyi bildikleri sınırlar, engellerdir; çünkü aksi takdirde hayatlarını tehdit eden bir şiddetin riskiyle baş başadırlar.
Her türlü devlet şiddeti Ürdün Nehri ve Akdeniz arasında Yahudilere özel bir yaşam alanı oluşturmayı hedefleyen İsrail ”apartheid” rejiminin bir aygıtıdır. Yani rejim, toprağı yalnızca Yahudi halkının kullanımına özel bir kaynak olarak görmekle birlikte, gasp ettiği Filistin topraklarından mevcut Yahudi yerleşim topluluklarını büyütmek, geliştirmek ve yenilerini inşa etmek için faydalanıyor. Aynı süreçte İsrail Filistinlilere ait arazileri parçalayıp topraklarına el koyarken, yerinden edilen Filistinlileri oldukça küçük ve aşırı nüfuslu yerleşim bölgelerine sürüyor.
İsrail Apartheid rejimi Filistinlilere karşı organize, sistemsel şiddete dayalıdır ve hükümet, ordu, Mülki İdare, Yüksek Mahkeme, İsrail polisi, İsrail Emniyet Kurumu, İsrail Cezaevi Servisi, İsrail Doğa ve Parklar Kurumu gibi çok sayıda faktör bu sistemsel şiddetin birer parçasıdırlar. İsrailli yerleşimciler de bu listenin ana öğelerindendir ve devlet yerleşimcilerin uyguladığı şiddeti kendi şiddet eylemlerine dahil etmektedir. Yerleşimci şiddeti kimi zaman İsrailli yetkililerin resmi şiddetini öncelerken, kimi zamansa bunlara eklemlenir. Neticede devlet şiddeti gibi, yerleşimci şiddeti de stratejik bir hedef uğruna organize edilir, kurumsallaştırılır, iyice donatılır ve uygulanır.
Sonuç olarak, devlet şiddeti ile sözde resmi olmayan yerleşimci şiddetin birleşimi İsrail’in elinin altında her iki yöntemi de mümkün kılmaktadır: Devlet işlediği suçları inandırıcı bir şekilde inkâr ederken; aynı zamanda Filistinlilerin mülksüzleştirilmesine devam edip şiddetten orduyu, mahkemeleri veya sivil idareyi değil, İsrailli yerleşimcileri sorumlu tutabilmekte. Ancak gerçekler İsrail’in ‘’makul’’ inkarını bozguna uğratmaktadır: Şiddet İsrailli otoritelerin izni ve yardımıyla, onların himayesi altında meydana geldiğinde artık devlet şiddetidir. Yerleşimciler ise devlete karşı gelmiyorlar, onun ihalesini yapıyorlar.
Bu Makale 19 Eylül 2024 tarihinde Çeviri Gazetesi tarafından: “https://www.btselem.org/settler_violence” linkli web sitesinden alınarak, çevrilmiştir.